Hakkımda / About me

Fotoğrafım
Bu blog, bilim tarihi yüksek lisansımdaki (Ank.Üni/DTCF) ödevlerimi paylaşma amacıyla açılmıştır. Özel ilgi alanlarım Mantıksal Pozitivizm, Viyana Çevresi ve özellikle Rudolf Carnap'tır. Bu konularla ilgili olanların, gerek fikir gerekse materyal paylaşımı için irtibata geçmeleri beni çok memnun eder. Mail adresim: akkaya_faruk@hotmail.com veya akkayafaruk@yahoo.com . ************************ This blog's purpose is to share my essays (unfortunately they are in Turkish) which I wrote during my history of science master education (in Ankara University/Department of Philosophy). I am especially interested in Logical Positivism, Vienna Circle and Rudolf Carnap. I would be so glad to be in contact who would like to share ideas and materials about these subjects. mail: akkaya_faruk@hotmail.com & akkayafaruk@yahoo.com

22 Kasım 2010 Pazartesi

ptolemaios ve copernicus sistemlerinin karşılaştırılması

1. GİRİŞ:

Batlamyus'un yaşamına dair ayrıntılı bilgimiz olmamasına rağmen, MS II. Yüzyılın birinci yarısında yaşadığı kabul edilmektedir. Bu zamana kadar yeryüzü Thales'i, Anaksimandros'u, Anaksimenes'i, Pythagoras'ı, Herakleitos'u, Anaksagoras'ı, Parmenides'i, Eudoxos'u, Herakleides'i, Aristoteles'i, Öklid'i, Aristarkhos'u ve diğer bazı bilim adamlarını görmüş ve bunların düşünce ve çalışmalarından etkilenmiştir. Bu saydığımız filozof bilim adamlarının tarihsel aralığı yaklaşık 700 yıldır (MÖ 600-MS 100). Bu döneme ait, özellikle Aristoteles'e kadar, yerleşik bir astronomi anlayışı yoktu. Tek tek filozofların görüşleri vardı. Anaksimandros Yer'in yassı bir disk olduğunu ve etrafında güneş, ay ve diğer gezegenlerin halkalarının olduğunu; Krotonlu Filoloas evrenin küresel olduğunu ve merkezinde bir ateş olmak üzere güneşin, ayın, yerin ve diğer gezegenlerin bu merkezi ateş çevresinde dolandıklarını; Sirakuzalı Hiketas tüm gök cisimlerinin sabit fakat sadece yerin hareketli olduğunu, yer kendi ekseni etrafında dönerken sanki diğer gök cisimleri hareketli yer sabitmiş gibi göründüğünü; Parmenides evrenin sınırlı, küresel, değişmez ve ölmez olduğunu, değişmenin nedeni gibi görünen hareketin gerçek olmadığını ve algılarımızın bizi aldattığını; Platon evrenin küresel olduğunu ve merkezinde yerin olduğunu, yerin merkezinden geçen eksen etrafında 24 saatte bir dönüş yaptığını; Platon'un öğrencisi Eudoxos ortak merkezli küreler sistemini kurarak ve gezegenlerin şaşırtıcı hareketlerini açıklamak için dairesel hareketleri birleştiren geometrik ve kinematik bir modelden yararlanmak gerektiğini; Herakleides yerin evrenin merkezinde olduğunu ve gök küresinin hareketsiz olmasına karşın yerin ekseni üzerinde döndüğünü belirtmiştir.

Aristoteles ise astronomiye ilişkin görüşlerini Fizik ve Gökler Üzerine'de açıklamıştır. Buna göre evren, merkezinde yerin bulunduğu iç içe geçmiş kürelerden oluşmaktadır. Yerden sonra sırasıyla Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve Satürn küreleri, en dışta ise sabit yıldızlar küresi yer almaktaydı. Ayrıca Aristoteles evreni Ay-altı ve Ay-üstü olarak ikiye ayırmıştı ki, tüm değişim sadece Ay-altı evrende oluşmaktaydı. Ay-üstü evren ise herhangi değişim ve bozulumdan uzaktı. Varlığın mükemmelliği yerden olan uzaklığına bağlıydı. Yerden uzaklaşan madde o oranda mükemmeldi.

Aristoteles'in görüşleri yüzyıllar boyunca insanlığı etkilemiş olsa da, ondan sonra da evren sistemi ile ilgili önemli görüşler oluşmuştur. Örneğin Aristarkhos'a göre güneş evrenin merkezindedir ve yer dahil olmak üzere diğer gezegenler onun etrafında dönmektedirler. Aslında bu düşünce Aristoteles'in sisteminin karmaşık olması ve gözlemleri yeterince açıklayamaması nedeniyle kurulmuştu. Fakat sezgimizle uyuşmadığı ve Aristoteles sisteminin kendi fiziğiyle desteklenmesine rağmen Aristarkhos'un sisteminin böyle bir destekten yoksun oluşu sebebiyle kabul görememiştir.

2. BATLAMYUS:

Batlamyus'un ismi düşünce tarihinde hep üst sıralarda kalmayı hak etmektedir. Çünkü hiçbir bilim adamının göksel cisimlerin hareketleri üzerine düşünceleri onunkiler kadar uzun süre ile varlığını sürdürmemiş, bilime ve insanın zihinsel şemasına yön vermemiştir. Ünlü kitabı Almagest'te belirttiği kozmolojik düzene 14 yüzyıl boyunca önemli bir katkı yapılamamıştır ve bu süre boyunca sistemi tüm gözlemlere altyapı oluşturmuştur. Batlamyus'u bu kadar başarılı kılan nedenleri bulmak için kişisel tarihine bakalım.

Batlamyus'un Mısır kökenli olduğu biliniyor. Aynı ismi taşıyan (Ptolemy) ünlü bir aileye mensup olduğuna dair görüşler mevcuttur. Fakat bu ismin o dönemin yaygın isimlerinden olmasından dolayı bu görüş çok güvenilir değildir. Hangi tarihler arasında yaşadığını bilmemekle birlikte ilk gözleminin tarihini MS.127 ve son gözleminin tarihini ise MS.151 olarak biliyoruz. Yaşadığı yer olarak ise İskenderiye civarını söyleyebiliriz.


O dönemlerde mekanik biliminin kesin bilgileri bir hayli zayıf olduğu için, dönemin filozofları daha az kesinlikte olan ilkelerin peşinde koşmakta ve bunun içinde sezgilerini kullanmaktaydılar. Aslında genel olarak antik çağdaki astronominin sorunu gözlemlenen düzensizlikleri açıklayabilmek ve verileri uydurmaktı. Daireden daha basit, daha simetrik ve daha mükemmel bir geometrik şekil olmadığından, göksel cisimlerin hareketi de böylelikle dairesel olmalıydı. Ve Batlamyus 14 asır boyunca hükmünü koruyacak olan kozmolojik şemasını dairelerden oluşan bir kombinasyon şeklinde kurdu. Düzgün dairesel hareketi kullanması itibariyle Aristoteles'çi çizgide kaldığını göz ardı etmemeliyiz.


Şekil-1 Gezegenlerin Hareketinin Açıklanması

Batlamyus dünyanın bir küre olduğunu belirtmiştir ve bunun için oldukça tatmin edici kanıtlar ileri sunmuştur. Denizden bize doğru yaklaşmakta olan bir geminin önce üst kısımlarını, daha sonra alt kısımlarını görmekteyiz. Ayrıca daha kuzeyde bulunan gözlemcilerin yıldız gözlemleri de bize dünyanın küreselliği hakkında kanıtlar sunmaktadır. Kuzey bölgelerindeki yıldızların konumları İskenderiye'de ki yıldız konumlarından daha aşağı bir konumdaydı. İskenderiye'de hiç batmayan Büyük Ayı takım yıldızının ve diğer bazı yıldızların kuzey göklerinde battığı ve doğduğu gözlenmiştir. Ayrıca Batlamyus belirtmektedir ki, eğer dünya düz olsaydı, dünyanın herhangi bir yerinde bulunan tüm gözlemcilerin, güneşin aynı anda battığını ve aynı anda doğduğunu görmeleri gerekirdi.

Batlamyus'un evren şemasında dünya hareketsiz ve evrenin tam merkezindedir. Evrenin merkezinde asılı olma fikrini Batlamyus uzayda yön olmaması fikrine dayandırmıştır. Dünya evrenin merkezinde asılı olarak dururken herhangi bir dayanağa ihtiyaç duymamaktadır ve düşmemektedir çünkü düşmek bir yere göre olmaktadır. Yani bıraktığımız taş dünyaya göre aşağı doğru hareket etmektedir. Fakat uzayda herhangi bir aşağı veya yukarı kavramı olmadığından dünya düşemez.

Dünyanın hareketsizliği konusu ise Batlamyus'un tek seçeneği değildi. Batlamyus iyi bir matematikçiydi ve gözlemlerinin iki şekilde açıklanabileceğinin farkındaydı. Birincisi, büyük bir dış küreye sabitlenmiş olan yıldızların dönüşü ve dünyanın sabit kalışı; ikincisi ise yıldızlar küresinin sabit kalışı ve dünyanın kendi etrafında dönüşü. Batlamyus her iki sonucunda gözlemleri açıklayabileceğinin farkındaydı. Fakat hangisinin doğru olduğuna karar verecek yeterli seviyede gözlemsel bilgi elinde yoktu. Birinci durumda, yani dünyanın sabit olduğu durumda, dünyaya oranla muazzam seviyede büyük olan sabit yıldızlar küresinin döndüğü kabul edilecektir ki bu durum oldukça zor görünmektedir. Yani aslında tüm olguları sadece dünyanın dönüşü ile açıklamak daha kolay görünmektedir. Fakat bu duruma yöneltilen eleştiriler de oldukça sıkıydı. Öncelikle sezgilerimiz dünyanın sabit olmasından başka bir duruma karşı gelmekteydi. Batlamyus'un bu eleştiriyi, duyuların yeterli olmadığı yerde aklın karar vermesi gerektiği düşüncesiyle elediği düşünülmektedir. Diğer bir eleştiri ise, ki Batlamyus için en önemlisi, dünyanın dönüyor olması durumunda havanın da bu dönüşe iştirak edeceğini bize gösteren hiçbir şey olmamasıdır. Ve eğer durum böyle ise, dünyanın dönüsü ile tüm hava dağılacak, tüm insanlar uzaya savrulacaklardır. Ayrıca oldukça meşhur olan kuşun havalanması, dünyanın dönüşü ve kuşun indiği zaman ilerlemiş olması örneği de sıklıkla kullanılmaktadır. Batlamyus bu eleştiriyi haklı buldu ve dünyayı sabit, diğer küreleri hareketli olarak kabul etti. Burada Batlamyus'un hareket konusunda, evren hakkında yaptığı kadar kafa yormadığını kabul edebiliriz.

Dünyanın sabitliğini bir kere kabul etmek ve bunu sistemin ana unsuru haline getirmek, bugün yanlışlığını bildiğimiz başka konuları doğurdu. Batlamyus yıldızların dünyaya çok uzak olduklarını biliyordu. Bu çok uzak yıldızların her biri dönüşünü aynı periyotta tamamlamalıydı. Eğer yıldızların uzaklıkları birbirlerinden farklı olursa bunun imkansız olacağı açıktı. Bu yüzden tüm yıldızları ortak bir kürenin üzerinde olarak düşündü. Zaten takımyıldızların uzun yıllardır göreceli sabit konumları da bu görüşü destekliyordu.

Batlamyus dünyayı evrenin merkezine koyuyordu çünkü aksi bir durumda yıldızların farklı uzaklıklarda olmaları gerekecek ve yıldızların düzenli dönüşleri açıklanamayacaktı. Batlamyus muhtemelen dünyanın sadece kendi etrafında değil, herhangi başka bir hareketi ihtimalini de düşünmüştür. Fakat dünyaya herhangi bir hareket atfedildiği zaman, yıldızların dönüşü açıklanamayacaktı.

Şimdi Batlamyus'un sistemindeki diğer unsurlarla ilgilenebiliriz. Bunlar ayın aylık hareketi, güneşin yıllık hareketi ve “gezinen yıldızların” yani gezegenlerin periyodik hareketleridir. Hareketlerin dairesel olmaları gerektiği düşüncesiyle, ayın ve güneşin hareketlerinin de dairesel ve “mükemmel” olduğunu bulmak Batlamyus ve hatta onun öncülleri için zor olmamıştır. Fakat gezegenlerin hareketleri için durum aynı değildir. Düzgün dairesel hareket gezegenler için de kabul edilmektedir. İşin diğer bölümünü ise Batlamyus ünlü eseri Almagest'te şöyle açıklamaktadır:
“Öncelikle genel olarak gezegenlerin diğer gök cisimlerinin hareket yönüne ters yönde olan hareketlerinin hepsinin, evrenin öteki yöndeki hareketi gibi, düzgün ve doğaları gereği dairesel olduklarını varsaymak gerekir. Yani, yıldızları ya da dairelerini döndürdüğü düşünülen düzgün doğrular, kesinlikle bütün çevrelerde (çemberlerde) eşit sürelerde her birinin merkezinde eşit açılar keserler ve bunların görünürdeki düzensizlikleri, kürelerinin üzerlerindeki bu hareketleri sayelerinde yaptıkları çemberlerin ve konumlarının düzenlenişlerinin sonucudur; fakat görünüşlerinde varsayılan karışıklıktan dolayı, doğalarında değişmezliklerinden hiçbir sapma olmamıştır.
Fakat bu düzensiz görünüşün nedeni topu topu iki temel basit hipotezle açıklanabilir. Çünkü hareketleri, gözümüz merkez olacak biçimde, evrenle eşmerkezli ekliptiğin düzlemindeki bir çembere göre değerlendirilecek olursa, düzgün hareketlerini ya evrenle eş merkezli olmayan çemberler üzerinde ya da eşmerkezli çemberler üzerinde, ama yalnızca bunlarla değil, fakat bunlar üzerine dayandırılmış ilmekler denen başka çemberler üzerinde yaptıklarını varsaymak gerekir. Çünkü her iki hipoteze göre de gezegenlerin görünüşte, eşit zaman aralıklarında, evrenle eşmerkezli ekliptik çemberin eşit olmayan yaylarından geçmeleri olası gözükecektir.”

Batlamyus modelini verilerle uyumlu hale getirmek için ilmek, taşıyıcı, dışmerkez ve ekuant (ilmeğin merkezinin kendisine göre sabit hızda hareket ettiği nokta) gibi kavramlar türetti. Gözlem verileri daha kesin sonuçlar vermeye başladıkça gereken ilmeklerin sayısı da arttı ve sistem oldukça karışık bir hal aldı. Başlangıçta Aristoteles temeline dayanan sistem artık gittikçe onun ruhuna aykırı hale geldi. Bir rivayete göre İspanya Kralı Castilei Alfonso'ya (1252-1284) Batlamyus'un modeli anlatıldığında şöyle demiştir: “Yüce Yaradan, yaratma işlerine girişmeden önce bana, Alfonso'ya fikrimi sorsaydı, çok daha iyi birşeyler önerebilirdim.”

3. KOPERNİK:

Kopernik 1473 yılında Polonya'da doğdu. Bugün, onun doğduğu döneme rönesans diyebilmekteyiz. Bir geçiş dönemi olan Rönesans'ın düşünsel formları, Kopernik'in içinde bulunduğu durumu anlamamıza yardımcı olacaktır. Ortaçağda felsefe din temelli idi ve ancak teolojiye hizmet etmek için vardı. Fakat Rönesans'ta ana eğilim, her türlü bağlılıktan sıyrılmak, dünya görüşüne deney ve akılla yön vermeye çalışmaktır. Ortaçağ felsefesi içine kapalı bir sistemdi yani problemler özünde hep birleşen bir bütün olarak görülürdü. Bu sistem tek tek kişilerin değil, tüm Hristiyanların malıydı. Kullanılan ortak dil Latinceydi. Rönesans'ta bu bütüncül yapı dağıldı ve sistemlerin çokluğu ve antikçağın renkli düşünce tablosu bunun yerini aldı. Ayrıca yayınlar ulusal dillerle yazılmaya başlandı. Ortaçağda filozoflar (Augustinus, Thomas, Anselmus) din adamlarıydı fakat Rönesans'ta üniversitelerin gelişimiyle artık üniversite öğrencileri bu konularda söz sahibi oldular. Yani Rönesans için eskinin çözülüp yeninin oluşmaya başladığı bir dönem diyebiliriz. Ayrıca bu dönem Yunanlı ve Romalı bilgi geleneklerinin yeniden keşfi, ayrıca yeni keşiflerin (Kristof Kolomb) ve takvim reformunun çağıdır. Tabi çizdiğimiz bu tablo Kopernik'in, sistemi ve düşünceleri yüzünden karşılaştığı sıkıntıları yok edememektedir.


Şekil-2 Kopernik Evreni

Kopernik sisteminde, evrenin etrafında döndüğü merkez olarak dünyayı değil, güneşi almıştır. Bilimsel bir olguyu ifade etmek birşeydir, bu olgunun üzerine kurulabileceği mantığı gözlem ve deneyle oluşturmak başka birşeydir. Kopernik güneşin evrenin merkezinde olduğunu söyleyen ilk bilim adamı değildir. Samos'lu Aristarkos Kopernik'ten yaklaşık on yedi asır önce güneşi evrenin merkezine koymuştu. Fakat Aristarkos bunu söylerken çağdaşlarından farklı bir şey görmüyordu, sadece Aristoteles'in ortak merkezli küreler sistemi gözlemleri tam açıklayamadığı için güneşin merkezde olması gerektiğini belirtiyordu. Fakat bu durum hem sezgilerimize ters olduğu için, hem de Aristoteles'in fiziği gibi bir destekten mahrum olduğu için kabul görmedi.

Öncelikle Kopernik'in yaptığı en önemli keşif, günlük devinimin sabit yıldızlar küresi tarafından yapılmadığı ve fakat dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğü idi. Bu sorunla uğraşırken Kopernik, Batlamyus'la aynı sorulara cevap aradı. O da iki seçeneği olduğunun farkındaydı fakat Batlamyus ile yolunu ayırdı ve göksel kürenin değil dünyanın döndüğünü seçti. Batlamyus görünen hareketin gerçek hareket olduğunu ve gerçekten de yıldızların döndüğünü söylemişti. Kopernik'in buna karşı argümanları oldukça kuvvetlidir. Örneğin durgun bir suda ağır ağır ilerleyen bir gemiden bakıldığında sanki gemi sabit fakat sahildekiler geriye doğru hareket ediyormuş gibi görünürle. Sahil bakma şansımız olsaydı geminin hareket ettiğini açıkça görebilirdik. Bunun gibi eğer dünya düzenli olarak dönüyorsa, bizler yıldızları yanılmış bir şekilde hareket ediyor gibi görüyor olabiliriz. Diğer sorun olan dünyanın dönüşüne havanın eşlik edemeyeceğine ise, yolda yürürken ceketinin nasıl kendisine eşlik ediyorsa havanında dünyadan bağımsız kalamayacağını söylemiştir. Böylelikle dünyanın dönmesiyle ilgili ileri sürülen tüm a priori iddiaların anlamsız olabileceğini göstermiştir. Bunun kabulüyle birlikte inanılmaz bir adım atılmış oldu ve yıldızlar madem sabit, o zaman dünyaya aynı mesafede olmak zorunda değildiler. Ve göksel kürenin materyal varlığı son bulmuş oldu.

Kopernik'i bekleyen başka problemler de vardı. Günlük doğuşu ve batışı dünyanın kendi ekseni etrafında dönüşü ile açıklamak kolaydı. Fakat dünyanın diğer gezegenler gibi güneşin etrafında yıllık dönüşünü açıklamak daha zordu. Kopernik'in bu konuda kullandığı argümanı daha önceden biliyoruz. Bir kanalda botun içinde hareket eden bir yolcu, kıyıdaki nesneleri kendi ilerleme hızında ve tersi istikamette hareket ediyor gibi görür. Bu durum, Batlamyus'un kürelerle açıkladığı tüm gök cisimlerinin hareketlerine uygulanabilir. Bu görüşü doğrulayan ve destekleyen en önemli olgu, Mars gezegeninin hareketidir. Mars'ın geriye doğru hareket ediyor gibi görünmesi, Dünya ve Mars'ın göreli hareketi nedeniyle oluşan göreli bir etkiydi. Yani aslında iki gezegeninde geriye doğru bir hareketi yoktu.

Kopernik'in bu anlayışı diğer tüm gezegenler için de uygulandı. Böylece yerin üstün önemi kayboldu ve o da sıradan bir gezegen konumuna geldi. Kopernik bu sistemiyle mevsimlerin oluşumunu ve ayrıca gezegenlerin dizilimi problemini de büyük oranda çözümlemiş oldu. Fakat, dediğimiz gibi, bu söyledikleri hemen kabul edilemedi çünkü kilisenin baskısı halen inanılmaz seviyedeydi. Söylediklerinin Kutsal Kitaba aykırı olduğu gerekçesiyle mahkemeye çıkarıldı ve halkın önünde diz çöktürülerek özür diletildi ve ömrünün geri kalan kısmında arkadaşları ve ailesi ile görüştürülmeden göz hapsinde tutuldu. Eserinin bir kopyasının ölüm döşeğindeyken kendisine verildiği söylenir.

4. BATLAMYUS VE KOPERNİK KARŞILAŞTIRMASI:

Ayrıntılarını verdiğimiz iki evren düzeni de aynı sorulara cevap aradı fakat bu sorulara farklı cevaplar verdi. Evrenin ne olduğu, bizim ve dünyamızın bu evrendeki yeri, günün, güneşin, yıldızların, gezegenlerin, ayın işleyişinin neler olduğu araştırıldı. Ve ikisi de çağını ve sonrasını tatmin edecek yeterli cevaplar buldu. Doğruluk problemimiz değildir çünkü şu an ki bilgimizle her ikisinin de yanlış olduğunu bilebiliyoruz.

Batlamyus modelini kurarken henüz teleskop yoktu ve tüm gözlemler çıplak gözle yapılıyordu. Ve gözlemleri çok keskin olamayışı modelini kesinlikle etkilemişti. Sisteminde beslediği kaygı evrenin nasıl işlediğinden ziyade, gözlemlerin nasıl açıklanabileceğiydi. Bu yüzden tüm cevaplarını bu mihverde verdi. Karşısına çıkan yeni gözlemlere ad hoc cevaplar verdi. Yani gözlemleri sistemine uydurdu. Kopernik dönemine geldiğimizde veriler artık o kadar keskinleşmişti ki, Batlamyus modeli artık kesinlikle soruları cevaplayamıyordu. Yani Kopernik sistemini kurarken gözlemleri uydurmaya değil, onları açıklamaya çalıştı. Esas kaygısı gözlemleri sistemine uygun şekilde açıklamak değil, sistemi gözlemlere uygun hale getirmekti.

Batlamyus ve Kopernik'te ki diğer önemli farklılık ise, görünenin sezgilerimizle birleştiğinde aynen kabul edilip edilmeyeceğiydi. Batlamyus görünen hareketin gerçek hareket olduğunu kabul etmişti. Yani gerçekten güneş ve yıldızlar doğup batıyor, hareket ediyordu. Sabit olarak dünyayı seçmişti. Kopernik ise bunun yanlış olduğunu, algının bizi aldatabileceğini savundu. Yani hareket ediyormuş gibi görünenin sabit, sabit gibi görünenin hareketli olduğunu savundu. Bu fikir bilimde büyük bir ataletin atılmasını sağladı.











KAYNAKÇA


1. CUSHİNG, J.T. (2003) Fizikte Felsefi Kavramlar. (B.Ö.Sarıoğlu, Çev.) İstanbul: Sabancı Üniversitesi.

2. KUHN, T.S. (2007) Kopernik Devrimi. (H.Turan, D.Bayrak, S.K.Çelik, Çev.) Ankara: İmge Kitabevi.

3. KUHN, T.S. (2008) Bilimsel Devrimlerin Yapısı. (N.Kuyaş, Çev.). İstanbul: Kırmızı Yayınları.

4. BALL, Robert S. (1907) Great Astronomers. London: Sir Isaac Pitman&Sons Ltd.

5. REICHENBACH, Hans (1942) From Copernicus to Einstein. New York: Philosophical Library, Inc.

6. Tekeli, S., Kahya, E., Dosay, M., Demir, R., Topdemir, H. G., Unat, Y. ve Aydın, A. K. (2007). Bilim Tarihine Giriş (4. Baskı). Ankara: Nobel Yayınları.

7. WHITFIELD, P. (2008) Batı Biliminde Dönüm Noktaları. (S.Uslu, Çev.). İstanbul: Küre Yayınları.

8. GÖKBERK, M. (2010) Felsefe Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi

BİLGİNİN SEKÜLERLEŞMESİ SÜRECİNİN ENTELEKTÜEL KÜLTÜR OLUŞUMLARINDAKİ ROLÜNÜ NASIL KANITLAYABİLİRİZ?

Bilginin sekülerleşmesi deyimini bir kalıba sokmak istersek, elde edilen verilerin dini dogmalardan bağımsız olarak elde edilmesi diyebiliriz. Gerçi dini dogmalar bir kabul olarak değerlendirilirse, bilimde kabullerin çok önemli bir yeri olduğunu bilmeliyiz. Fakat dini kabulleri diğer kabullerden ayıran en önemli özellik, dinin bütüncül yapısıdır. Dinin kendi sistemi içinde eğer bir öğeyi kabul etmezsek, diğerlerini de reddetmiş sayılabiliriz.

Bilginin ve bilimin bu boyunduruktan kurtulması, oldukça uzun bir süreçtir. Bu sürecin en önemli temsilcilerinden birisi olarak Kopernik’i anabiliriz. Kopernik evrenin merkezinden dünyayı almış ve dünyayı koymuştur. Bu teorinin çok büyük yankıları olmuştur. Öncelikle dünyanın döndüğünü iddia etmesi, kutsal öğretinin yanıldığını savlıyordu. Her ne kadar İncil dönmüyor dese de, dönüyordu işte! Fakat bu teorinin getirdiği asıl büyük kafa karışıklığı evrenin merkezi problemi olmuştur. Madem tanrı tüm varlıkları tek bir şey için yaratmıştır; uğruna tüm yaratılışın gerçekleştirildiği üstün yaratık nasıl olur da evrenin merkezinde olmazdı? Yoksa evrenin amacı insanlık değil miydi? Eğer biz değilsek, başka birşey de olmayabilirdi. Yani evrenin bir amacı olmayabilirdi!

Gökbilimi, bilimin ve tarihinin başlangıcı olarak kabul edersek; daha sonra koyulmaya çalışılan yasalar giderek bize daha çok yaklaştı. Önce evren, sonra yeryüzü, sonra hayvansal/bitkisel yaşam, sonra insan bedeni ve nihayet akıl, zihin gelmektedir.

İşte yeryüzünün oluşumu hakkında da bir takım çelişkiler yaşanmıştır. Kutsal öğretiler kendilerini dünyanın yaşı hakkında fikir belirtmek yeterliliğinde görüyorlardı. İlk günahtan sonra Adem ve Havva’nın yeryüzüne düşmesi, ölümlü hale gelmesi, bu günahla birlikte hayvanların birbirlerini öldürmeye başlaması ve nihayetinde Nuh tufanı ile gelen büyük cezalandırma. Bu düşünce sistemine göre Tanrı dünyayı bir kez kuralları ile birlikte yaratmıştır ve artık herhangi bir müdahalesine gerek yoktur.

Daha sonra Kant 1755’te “Tabiat tarihi ve genel gökyüzü kuramı” adlı incelemesinde uzayda tedrici bir değişimden bahsetmektedir. Ve 1796’da Laplace “bulutsu” kavramını gündeme getirdi. Başlangıçta tüm evrenin bir bulutsu olduğunu ve zamanla daha hızlı dönmesiyle kopmaların gerçekleştiğini ve gezegenlerin böylece oluştuğunu belirtmiştir.

Dünyanın jeolojik gelişimi ile ilgili bir çok tez ortaya atılmıştır. Dini otoriteler, jeolojik olarak Nuh Tufanı’nı görüyorlardı. Günümüzdeki modern öğretiye en yakın teoriyi Hutton 1788’de yayınlamış ve geçmişteki coğrafi olayların bugünkilerden farklı olmadığını belirtmiştir.

Bu konudaki asıl zorluklar Amerika kıtasının keşfi ile ortaya çıkmıştır. Amerika, Ağrı Dağı’ndan çok uzaktaydı. Sadece Amerika’da olan hayvan türleri oraya nasıl gitmişlerdi? Madem gidebilmeleri imkansız, o zaman orada kendiliklerinden oluşmuşlardır. 1770 yılında Avustralya keşfedildiğinde kangurular görüldü. Bu kangurular neden başka bir yerde yoktu? Başka bir sorun ise keşfedilen hayvan çeşidinin milyonu geçmesi idi çünkü Nuh’un Gemisi bu kadar türden birer çift alabilecek miydi acaba? Tüm bu sorular, dini öğretiden soyutlanmış bazı teorileri gerektiriyordu. Ve meşhur evrim kuramına kadar uzanan bu şekilde başlamış oldu.

Aslında Descartes’in rasyonalizmi, bu devre hakim olan ruhu en açık şekliyle ifade etmektedir. Descartes, din ile bilimin birbirlerinden bağımsız oldukları ilkesini ortaya koydu. Bilimin kendisine mahsus bir alanı vardır: Doğa. Kendisine ait konusu vardır: Doğa kanunlarını kendisine maletmek. Kendisine mahsus aletleri vardır: Matematik ve deney.

Din ise ruhun dünya ötesindeki durumu ile ilgilenir. Bilim ve din ne birbirlerine üstünlük kurarlar, ne de güçlük çıkarırlar. Çünkü normal ve meşru bir zeminde ilerlerse, birbirlerine hiç rast gelmezler. Ortaçağda ilahiyat felsefeye sonuçlar gösteriyordu, bir takım ilkeler koyuyordu ve buradan hareket etmeye zorluyordu.Şimdi ise bilim ve din, karşılıklı olarak, hürriyet ve bağımsızlıklarına sahipti.

Tabi bundan,insan zihninin bilim ve dini birbirlerine yabancı iki gerçek olarak kabul ettiği sonucu çıkarılamaz. Felsefi düşünce, bunların birbirlerinden kesin şekilde ayrı şeyler olduğunu kabul edemez. Descartes’çı doktrin burada devreye girmektedir. Bu doktrin, mantık açıdan birbirine indirgenmesi imkansız olan ve farklı şeyler arasında bağlantı ve uygunluk sağlayan bir doktrindir.

Descartes “Düşünüyorum, o halde varım!” önermesiyle daha önceden bilinmeyen bir irtibat kurmak istemektedir. Böyle bir irtibatın varlığı nasıl keşfedilmeli? Deney bize bilgiler sunuyor. Duyuların getirdiği deney, sezgi ile yorumlanıyor ve genel bir takım bilgiler çıkarıyor. Bu zorunlu iribat ilkesine ise “akıl” denilmektedir. İste Descartes rasyonalizmi, ak özel bir güç veriyor, bir irtibat yeteneği sağlıyor. Varolmayı düşünmeye bağlayan bir hükmün temelini akılda bulduğu gibi, insanın tanrı ile ve tanrının evren ile olan ilişkisini de yine akılda buluyor. Ve buradan bilim ve dinin uyumuna ulaşıyor. İşte “Modern Rasyonalizm” denilen ve 17-18 yy. felsefi düşüncesine hakim olan düşünce budur.

Şüphesiz, bilimsel bilginin dini etkiden kurtulduğu başka alanlarda vardır. Tıp, kimya, biyoloji, psikoloji vb. bilim dalları bunlardandır.

Bu bilim dallarının hepsinde, gerçekler inkar edilemez bir şekilde kendilerini gösterdiklerinde değişimler yaşanmıştır. Din şunu kabul etmek zorunda kalmıştır: Herhangi bir doğa olayı karşısında öğretinin yanılması, dine zarar vermemelidir. Din buna alışmalıdır. Alışmıştır da! Fakat bu bilim adamlarının dinsizliği anlamına gelmemektedir. Ne Newton dinsizdi, ne de Darwin. Bu değişiklikler aslında neyi göstermiştir: Tanrı’nın mutlak varlığından yapılan tümdengelim, yerini gözlemden alan tümevarıma ağır ağır bırakmıştır. Aynı şekilde, kesinlikle reddedilemez mutlak doğruların yerini muhtemel/yanlışlanabilir doğrulara bırakmasıdır.

Rudolf Carnap - philosophical foundations of physics ödevim

Rudolf Carnap, “Philosophical Foundations of Physics” adlı kitabında kavramların mantıksal analizi, önermelerin analizi ve bilim teorilerine yer vermiştir. Bu kitap Carnap'ın yıllardır üniversitelerde verdiği seminerlerin metne dönüştürmüş halidir. 1946 yılında University of Chicago'da bu seminere katılan Martin Gardner bu seminerin yazılı hali olup olmadığını soruyor ve basmayı teklif ediyor. Daha önce bu konuda hiç düşünmemiş olan Carnap, karısınında desteğiyle 1958 güz döneminde University of California'da verdiği seminerin kaydedilesine izin veriyor ve bu kayırlar yine karısı tarafından kağıda dökülüyor. Kitap, fiziğin felsefi temellerine sistematik bir yaklaşım olarak sunulmuyor. Tüm bilim dallarını kapsayan, daha çok bilim felsefesine giriş niteliğinde kabul edilebilecek bir kitap olma özelliğini taşıyor. Kitap altı ana başlığa ayrılmış durumdadır. Bunlar, (1)Yasalar, açıklama ve olasılık (2) Ölçüm ve niceliksel dil (3) Uzayın yapısı (4) Nedensellik ve determinizm (5) Kuramsal yasalar ve kuramsal kavramlar (6) Determinizmin ötesinde'dir. Bizim inceleyeceğimiz bölüm beşinci sıradaki “Kuramsal yasalar ve kuramsal kavramlar” başlığıdır.

Rudolf Carnap, bilimin yasalarını ampirik ve kuramsal olarak ikiye ayırmaktadır. Bunu yapmaktaki amacı, özellikle felsefecilerin ortaya koyduğu “gözlem” kavramındaki bulanıklıktır. Neye gözlemlenebilir diyebiliriz, neye diyemeyiz? Filozoflar için gözlemlenebilir demek doğrudan duyularımız tarafından algılanan özelliklerdir. Mavi, sert, sıcak gibi. Fakat 10 kilogram veya 40 santigrad derece gözlemlenebilir değildir çünkü doğrudan duyulara hitap etmemektedir. Fakat bilim adamının gözlemlenebilir tanımı, her iki örnekteki durumu da kapsamaktadır. Bilim adamına göre eğer olgu doğrudan ve basitçe ölçülebiliyorsa ona gözlemlenebilir diyebiliriz. Örneğin zaman gözlemlenebilirdir çünkü bir saat yardımıyla basitçe ölçülebilmektedir. Filozofun bu duruma itirazı, gözlemlenenin zaman değil saatin akrep ve yelkovanı olduğu şeklindedir. Aslında bu itiraz yanlış değildir fakat zamanın ölçümü o kadar iyi kurulmuştur ki, o saatin zamanın gerçek ölçümünü vereceğinden şüphe etmemekteyiz. Gözlemlenebilir ile gözlemlenemez arasındaki ayrım bir cetvelle çizilebilecek kadar net değildir. Aynı olgu farklı şartlarda iki farklı şekilde de değerlendirilebilir. Aradaki çizgi, biraz da çizenin bakış açısına göre değişecektir.

Şimdi Carnap neye ampirik yasa, neye kuramsal yasa demektedir? Ampirik yasa, az önce bilim adamının bakış açısıyla oluşturulan anlamda gözlemlenebilir terimler içeren yasalardır. Basınç, hacim ve gazların sıcaklıkları ile ilgili yasalar buna örnektir. Ölçümler sonucu elde edilen düzenliliklerin ifade edilmeleridir. Kuramsal yasa ise, ampirik yasanın aksine, kesinlikle hiçbir gözlemlenebilir terim içermeyen, tamamen kuramsal terimler içeren yasalardır. Basit ve doğrudan ölçülemeyen varlıklarla ilgili, elektromanyetik alan gibi, yasalardır. Gözlemlenebilirlik kavramı, genellikle olgunun veya varlığın zaman ve mekan açısından boyutuyla ilgili olabilmektedir. Çok küçük zaman aralıklarında değişebilen olgular ölçülemezler, dolayısıyla gözlemlenemez olarak değerlendirilirler. Bu tip olaylara mikro olaylar, bundan dolayı yasalara ise mikroyasalar denilebilmektedir.

Buraya kadar anlatılanlarla, kuramsal yasaların ampirik yasalardan daha genel oldukları görünmektedir. Fakat bu, ampirik yasaların birkaç adım ilerletilerek kuramsal yasalara ulaşılacağı anlamına gelmez. Demir bir çubuğu ısıttığında genişlediğini gözlemleriz, daha sonra bunu metallerle yaparız ve nihayetinde tüm katı cisimler diye genişletebiliriz. Fakat ne kadar genişletirsek genişletelim, hala ampirik bir yasadır çünkü ampirik terimler içerir. Burada kuramsal yasa, ısıtılan demirin moleküllerinde kendine yer bulabilir. Moleküllerin davranışı bu genleşmeye nasıl etkide bulunuyor olabilir? İşte burada gözlemlenemeyen terimler devreye girdiği için kuramsal bir yasadan bahsedilebilir.

Madem kuramsal yasalar gözlemlenemezler, bunları doğrulayacak bilgiye nasıl ulaşabiliriz? Yasaların iki görevi mevcut olguları açıklamak ve henüz gözlemlenmemiş olguları öngörmektir. Kuramsal yasalar, ampirik yasaları da içeren bazı hipotezler olarak ortaya çıkmaktadır. Kendisinden türetilen, öngörülen ampirik yasaların doğrulanması, kuramsal yasaların da doğrulanması olarak kabul edilecektir. Zaten kuramsal bir yasa gücünü, kendisinden ampirik yasalar türetilebilmesine borçludur. Eğer hiçbir yeni ampirik yasa önermeyen, sadece mevcut yasaları açıklayan bir sistem oluşturulursa, bu mantıken bilinen ampirik yasaların toplamına eşittir. Örneğin Newton'un madde çekim yasası veya Einstein'ın görecelilik yasası yeni ampirik yasalar önermeseydi, bu kadar devrimsel etkileri olamazdı. Sadece iyi ifade edilmiş zarif yasalar olarak kalırlardı.

Kuramsal yasaların, kendisinden ampirik yasalar türetilmesine izin vermesi gerektiğini söyledik. Fakat kuramsal yasalar kuramsal terimleri, ampirik yasalar ampirik terimleri içerirken, bu nasıl gerçekleşebilir? Burada, kuramsal yasaları gözlemlenebilir terimlerle bağlayan bir takım kurallara ihityaç vardır. Örneğin, “Bir gazın sıcaklığı, moleküllerin ortalama kinetik enerjisiyle orantılıdır”. Bu kural “sıcaklık” gözlenirini “molekül” gözlemlenemezi ile ilişkilendirmektedir. Eğer bunlar olmazsa, ampirik yasaların türetilmesinin hiçbir yolu olamaz. Bu kurallara Carnap “karşılıklılık kuralları” demektedir.

Sıklıkla karşılaşılan bir soru şudur: Elektrik nedir? Bu soru için kuramsal terimler kullanılmaya kalkıldığında, filozof günlük dilde bir tanımlama ister. Filozofa göre bu soru büyük bir gizem içermektedir. Fakat ortada gizem değil, sadece yanlış ifade edilmiş bir soru vardır. Verilemeyecek olan tanımlamalar talep edilmemelidir. Kuramsal bir kavramın gözlemlenebilirlerin terimleriyle tanımlanabilmesinin hiçbir yolu yoktur.

Fiziksel varlıkların matematiksel olarak ifadeleri karşılıklılık kurallarının ihtiyaç duyulduğu başka bir konudur. Fiziksel terimler gerçek dünyanın gözlemleri üzerine kurulu sabitlerin yardımıyla var olurlar. Matematikteki aksiyomatik sistem ve fizikteki aksiyomatik sistem arasında önemli bir fark vardır. Matematikte bir terime açıklama yapmak için mantıksal bir açıklama yeterli olur. Herhangi bir asal sayıyı mavi veya sıcak gibi gözlemlenebilir bir terimle bağlantılamamıza gerek yoktur. Matematikte ki aksiyomatik sistem gerçek dünyaya atıfta bulunmayan kuramsal bir sistem ifade etmektedir. Fizik postüla sistemi ise matematikte ki gibi dünyadan tamamen yalıtılmış olamaz. Elektron gibi aksiyomatik terimleri gözlemlenebilir olgularla bağlayan karşılıklılık kuralları sağlanmalıdır. Aksiyomatik sisteme sürekli bir şekilde bu karşılıklılık kurallarından ekleme yapılabilir. Artık temel yasalar kurulmuştur ve fiziğin ilerlemesi aslında yeni karşılıklılık kuralları eklenmesinden ibarettir. Carnap, içinde tamamen yeni bir kuramın geliştirildiği fizikte bir devrim öngörmemektedir. Fiziğin temel kuralları değişmeden kalmaktadır fakat karşılıklılık kurallarına sürekli bir ekleme vardır.

Yasaların iki çeşidinden ve bunların nasıl ilişkilendirileceğinden bahsettikten sonra, sıra yeni ampirik yasaların kuramsal yasalardan nasıl türetileceği sorusuna gelmektedir. Bu soruyu açıklayabilecek ilk örnek gazların kinetik kuramıdır. Bu kuram ilk kez geliştirildiğinde, kuramın yasalarında belirtilen büyüklüklerin çoğu bilinmiyordu. Hiç kimse, bir molekülün kütlesini veya bir santimetrekare gazın kaç tane molekül içerdiğini bilmiyordu. Bunlar belirli parametrelerle ifade ediliyorlardı. Daha sonra bir karşılıklılık kuralları sözlüğü hazırlandı. Ve böylece ampirik yasaların türetilmesi mümkün kılındı. Bir karşılıklılık kuralı, gazın sıcaklığının, moleküllerin ortalama kinetik enerjisine karşılık geldiğini ifade eder. Diğer bir karşılıklılık kuralı, gaz basıncını, moleküllerin içinde bulunduğu kabın duvarına baskısının etkisi ile bağlantılar. Böylece, karşılıklılık kuralları vasıtasıyla, makroskobik olarak bir manometre ile ölçülen basınç, moleküllerin istatistiki mekaniği açısından ifade edilebilirler.

Frank Plumpton Ramsey, 26 yaşında ölen, Cambridge'li bir mantıkçıdır. Ramsey'in kafası, kuramsal terimlerin gözlemlenebilir terimlerle aynı tarzda anlamlı olup olmadığı sorusu ile karışıktı. Kuramsal bir terimin ampirik anlamı nasıl tespit edilebilir? Verilmiş bir kuram bize gerçek dünya hakkında ne söylemektedir? Gerçek dünyanın yapısını tarif eder mi, yoksa sadece büyük miktarda deneyime düzen getiren soyut, yapay bir düzen midir? Bir elektronun, bir demir çubuğun var olamsı ile aynı anlamda “var olduğu” söylenebilir mi?
Kuramsal varlıklarla meşgul olduğumuz zaman, temel bir parçacığın “dönüş”ü gibi, terime ampirik bir anlam vermek için sadece karmaşık, dolaylı usuller vardır. İlk olarak “dönüş”ü kuantum mekaniğinin ayrıntılı bir kuramında ortaya koymalıyız, daha sonra kuram, başka bir karmaşık postülalar bütünü tarafından - karşılıklılık kuralları – laboratuar gözlemlenebilirleri ile ilişkilendirilmelidir. Açıkça dönüş, ısıtılmış demir çubuğun kırmızılığının temellendirildiği basit, doğrudan tavırda ampirik olarak temellendirilmemiştir. Tam olarak bilişsel durumu nedir? Bir şekilde gerçek dünyayla bağlantılı ve ampirik sınamalara konu olması gereken kuramsal terimler, geleneksel felsefede sıklıkla karşılaşılan metafizik terimlerden – hiçbir ampirik anlamı olmayan terimler – nasıl ayrılabilirler? Bir bilim adamının kuramsal kavramlardan bahsetme hakkı, aynı zamanda bir filozofun metafizik terimleri kullanma hakkını haklı çıkarmadan nasıl savunulabilir?

Bu kafa karıştırıcı sorulara cevap ararken Ramsey yeni, şaşırtıcı bir öneride bulundu. Bir kuramın teorik ve karşılıklılık postülalarının birleştirilmiş sisteminin, bugün “Kuramın Ramsey önermesi” denilen şeyle değiştirilmesini önerdi. Ramsey önermesinde, ki kuramın postülalarına denktir, kuramsal terimler hiçbir şekilde meydana gelmezler. Diğer bir deyişle, karmaşık sorular tam da hakkında sorular yöneltilen terimlerin elenmesi ile yan yana durmaktadır.

************************************

Felsefe tarihinin en eski, en sürekli ikiye ayrılmalarından birisi analitik ve olgusal doğruluk arasındakidir. Yani daha aşina olduğumuz terimlerle, analitik ve sentetik ayrımıdır. Kesin bir analitik-sentetik ayrımı bilim felsefesi için azami seviyede önemlidir.

Şimdi, bilim dilinin terimlerini üçe ayırmamız gerekmektedir:

1. Mantıksal terimler, saf matematiğin tüm terimleri dahil,
2. Gözlemsel terimler,
3. Kuramsal terimler.

Burada kuramsal ve gözlemsel terimlerini ve aralarındaki sınırı daha önce tartışmıştık. Önermeler de buna benzer bir şekilde üçe ayrılır:

1. Mantıksal önermeler, hiçbir tanımlayıcı terim içermez,
2. Gözlemsel önermeler, hiçbir kuramsal terim içermez,
3. Kuramsal önermeler, kuramsal terimleri içerir, gözlemsel terimleri içerip içermeyebilir.

Ve nihayetinde bilim dili iki bölüme ayrılabilir. Bu billerin her biri mantığı içerir, sadece tanımlayıcı, mantıksal olmayan öğelerine göre:

1. Gözlem dili, kuramsal terimleri içermez
2. Kuramsal dil, kuramsal terimleri içerir, gözlemsel terimleri içerip içermeyebilir.

Carnap tüm anlatımlarında bir sembolleştirme kullanma eğilimindedir (G-dili, K-terimler, M-doğru, vb.). Kuramsal terimler bilim diline iki çeşit postülaya (K-postülalar ve C-postülalar) dayanan bir kuram tarafından sunulmuştur. Kuramsal postülalar kuramın yasalarıdır. Saf kuramsal önermelerdir. C-postülalar ise karşılıklılık kuralları, kuramsal terimlerle gözlemsel terimleri birleştiren karışık önermelerdir. Bu altyapı ile analitik ve olgusal doğruluk ayrımına dönelim.

İlk analitik doğruluk türü mantıksal doğruluktur. Bu tür bir önerme, yapısından dolayı ve içinde bulunan mantık terimlerinin anlamlarından dolayı doğrudur. Örneğin “Hiçbir bekar mutlu değilse, hiçbir mutlu bekar değildir” önermesi mantıksal doğrudur çünkü doğruluğunu anlamak için “bekar” “mutlu” ve “erkek”in anlamlarını bilmemize gerek yok. “Eğer” “ o zaman” “hiçbir” ve “değildir”in anlamlarını biliyorsak doğruluğunun farkına varabiliriz. Mantığın tüm ifadeleri ve matematik bu türdendir.

Hiçbir doğal dil, herkesin her kelimeyi aynı şekilde anlayacağı kadar açık ve net değildir. Örneğin, “Eğer Bay Smith bekarsa, karısı yoktur” önermesinin analitik olduğunu bir bakışta söyleyebiliriz. Fakat bir avukat bekar kelimesini yasal olarak evlilik bağı ile bağlı olmayan şeklinde alır, karı kelimesini ise daha geniş anlamda, imam nikahını dahl edecek şekilde ele alırsa, o zaman önerme sentetik olarak düşünülebilir. Bu durumda önermenin doğruluğunu araştırmak için gözlemsel verilere ihtiyaç duyarız.

Analitiklik kuralları oluşturulan yapay bir gözlemsel dil ile ilgili olarak incelenebilir. Kelimeler arasındaki anlam ilişkilerinin analitiklik postülaları denilen kurallar ile açık hale getirilmesi gerekmektedir. Örneğin hayvan, kuş ve kızıl başlı ağaçkakan için şu adlandırma kurallarını kullananbiliriz:

(D1) “Hayvan” terimi şu özelliklerin birleşimini adlandırmaktadır (1) . . . , (2) . . . , (3) . . . , (4) . . . , (5) . . . (burada tanımlayıcı özelliklerin tam bir listesi verilecektir).

(D2) “Kuş” terimi şu özelliklerin birleşimini adlandırmaktadır (1) . . . , (2) . . . , (3) . . . , (4) . . . , (5) . . . (yukarıdaki D1’de olduğu gibi), artı olarak ek özellikler (6) . . . , (7) . . . , (8) . . . , (9) . . . , (10) . . . (“kuş”un anlamını belirlemek için gerekli tüm özellikler).

(D3) “Kızıl başlı ağaçkakan” terimi şu özelliklerin birleşimini adlandırmaktadır (1) . . . , (2) . . . , . . . , (5) . . . (D1’de olduğu gibi) (6) . . . , (7) . . . , . . . ,(10) . . . (D2’de olduğu gibi) adlandırmaktadır (11) . . . , (12) . . . , (13) . . . , (14) . . . , (15) . . . (“kızıl başlı ağaçkakan”ın anlamını belirlemek için gerekli tüm özellikler).

Fakat görülmektedir ki bu çok yorucu bir çalışmadır. Şansımıza, örneğimiz iki analitiklik postülası ile ifade edilebilmektedir.

(A1) Tüm kuşlar hayvandır,
(A2) Tüm kızıl başlı ağaçkakanlar kuştur.

Eğer üç D-kuralı verilmişse, iki A-postülası açıkça bunlardan çıkarılabilir. Fakat D-kuralları çok hantal olduklarından, amaç yalnızca dilin analitik yapısını belirtmek olduğu zaman bu formülleri yazmak gerekli değildir. Sadece A-postülaların verilmesi gerekmektedir. Bunlar daha basitlerdir ve dildeki analitik ve sentetik ifadeler arasında ayırım yapmak için gerekli temeli sağlarlar.

A-postülaların, öyle yapıyormuş gibi görünmelerine rağmen, gerçek dünya hakkında hiçbir şey söylemediğini her zaman akılda bulundurun. Örneğin, “daha sıcak” terimini ele alın. Bu terimle işaret edilen ilişkinin asimetrik olduğu genel anlamında bir A-postülayı oluşturmayı isteyebiliriz. “Her x ve her y için, eğer x y’den daha sıcaksa, o zaman y x’den daha sıcak değildir.” Eğer birisi, A ve B nesnelerini keşfettiğini ve bunların doğasında A B’den daha sıcak ve B A’dan daha sıcak olduğunu söylerse, şöyle diyerek cevaplamayız: “Ne kadar şaşırtıcı! Ne muhteşem bir keşif!” Şu şekilde cevaplarız: “Sen ve ben ‘daha sıcak’ terimi için farklı kavrayışlara sahip olmalıyız. Bana göre asimetrik bir ilişkiyi kastediyor, bulduğun durum açıkladığın şekliyle açıklanamaz.” “Daha sıcak” ilişkisinin asimetrik karakterini belirten A-postüla, yalnızca kelimenin dilimizde kullanıldığı anlamıyla ilgilidir. Dünyanın doğası hakkında hiçbir şey söylemez.

Gözlem dilindeki analitikliği incelerken çok fazla zorlukla karşılaşılmadı fakat kuramsal dil Bilim felsefecileri arasında daha fazla tartışmaya yol açmıştır. Kuramsal bir dilde analitik-sentetik ayrımı mümkün müdür? Zorluk, kuramsal terimlerin tam bir yorumlarının yapılamayacağı gerçeğinden kaynaklanmaktadır. “Elektron”, “kütle” ve “elektromanyetik alan” gibi terimler için tam bir ampirik açıklama yoktur.

Örneğin “sıcaklık” kuramsal terimini göz önüne alın. Bu terimi termometrenin imali ve kullanımına bağlayan C-postülalar (karşılıklılık kuralları) vardır. Bir termometre bir sıvının içine koyulduktan sonra, bir ölçek değeri gözlemlenir. C-postülalar bu işlemi “sıcaklık” K-terimine, ölçek değeri terimin kısmi bir açıklamasını sağlayacağı şekilde bağlarlar. Kısmidir, çünkü “sıcaklık”ın bu belirli yorumu kuramın, içinde terimin görüldüğü tüm önermeleri için kullanılamaz. Sıradan bir termometre sadece sıcaklık ölçeğinin dar bir aralığında çalışır. Tüm test sıvılarının donacağı düşük sıcaklıklar ve tüm test sıvılarının buharlaşacağı yüksek sıcaklıklar vardır. Bu sıcaklıklar için, tamamen farklı ölçüm yolları kullanılmalıdır. Her metot C-postülalar vasıtasıyla “sıcaklık” kuramsal kavramına bağlanır fakat bu “sıcaklık”ın ampirik manasını tamamen bitirmez. Gelecekte yeni gözlemler, kavramın ampirik yorumuna eklemeler yapacak yeni C-postülalara yol açabilir.

Mantıksal doğru önermeleri tanımak kolaydır, bunlar mantıksal formundan dolayı doğrudurlar. “ Eğer tüm elektronlar manyetik momente sahipse ve x parçacığının manyetik momenti yoksa, o zaman x parçacığı bir elektron değildir.” Bu önerme açıkça M-doğrudur. Doğru olduğunu görmek için tanımlayıcı kelimelerin anlamları hakkında herhangi bir şey bilmek gerekli değildir. Fakat analitik olan önermeler (tanımlayıcı terimleri dahil terimlerinin anlamı nedeniyle doğru) ve sentetik olan önermeler (gerçek dünyayı gözlemlemeden karar verilemeyecek doğruluk) arasında yapılacak ayrım nasıldır?

Terimler arasındaki anlam ilişkilerini belirleyebilmek için analitiklik postülalarına sahip olmak gerekecektir. Bir önerme analitiklik postülalarının mantıksal bir sonucu ise analitiktir. Aynı “Hiçbir bekar evli değildir” önermesinin “bekar” ve “evli” terimlerinin anlamları yüzünden doğru olduğu gibi. Şimdi sorun bu analitiklik postülalarının nasıl elde edileceğidir.

İlk düşünce, kuramsal postülaların kullanılabileceğidir. Dedüktif bir kuramın K-postülaları mantık ve matematikle birleştirerek kurulabileceği doğrudur, fakat sonuç kuramsal terimlerinin kısmi bir açıklamalarının bile olmadığı soyut bir dedüktif sistemdir.

Karşılıklılık postülaları A-postüla sağlamak için kullanılabilir mi? C-postülaları, tabi ki, tek başına alınamaz. K-terimleri için mümkün olan en dolu açıklamayı (buna rağmen hala kısmidir) elde etmek için, birleştirilmiş K- ve C-postülaları ile birlikte, tüm teoriyi almak gerekir. O zaman, tüm kuramı önceden varsaydığımızı farzedelim. Birleştirilmiş K- ve C-postülalar aradığımız A-postülaları sağlayacak mı? Hayır; şimdi elimizde önceden varsayılmış çok fazla (too much) var. Aslında kuramsal terimlerimiz için alabileceğimiz ampirik anlamın tümünü elde ettik, fakat ayrıca olgusal bilgi de elde ettik. K- ve C-postülaların birleşimi, bu nedenle, bize sentetik önermeler verir ve gördüğümüz gibi, bu önermeler A-postülalar sağlayamazlar.

Bir çözüm önerisi olarak, bir kuramı iki önermeye ayıralım. Bir önermesine ve bir önermesine bölünecektir. önermesi kuramın tüm kuramsal terimleri için A-postüla olarak görev yapmaya yöneliktir. Tabi ki olgusal içerikten tamamen yoksun olmalıdır. önermesi kuramın tüm gözlemsel ve olgusal içeriğini ifade edecek önermeye olmaya yöneliktir. Tüm matematiği içerecek şekilde genişletilmiş bir gözlem dilinde, kuramın gerçek dünya ile ilgili söylediği herşeyi açıklar. Kuramsal terimlerin hiçbir yorumunu sağlamaz, çünkü önermede böyle terimler görünmez.

İki önerme ve , birlikte değerlendirildiğinde, mantıksal olarak KC kuramının tümünü içermelidir. Bu gereksinimleri karşılayan bir önermesi nasıl formüle edilebilir. Herhangi iki önerme ve için, önermesi ile birlikte mantıksal olarak 'yi içeren en zayıf önerme, “Eğer ise ” koşullu önermesidir. Sembolik şekliyle, şu bilindik sembol ile ifade edilir: “ ”. Böylece, bir A-postülasını formüle etmenin en kolay yolu, bir KC kuramı için:

( )

bu önermenin olgusal olarak boş olduğu kolaylıkla gösterilebilir. Dünya hakkında hiçbir şey söylememektedir. Tüm olgusal içerik, RKC Ramsey önermesi olan, önermesi içindedir. önermesi basitçe iddia etmektedir ki, kuramsal terimleri tüm kuramın doğru olduğu şeklinde anlamamız gerekmektedir. Bu saf olarak analitik bir önermedir, çünkü semantik doğruluğu kuramsal terimler için kastedilen anlamlar üzerine kuruludur.

A-postüla dünya hakkında birşeyler söylermiş gibi görünür, fakat aslında söylemez. Kuramın doğru olup olmadığını söylemez. Dünyanın bulunduğu durum budur demez. Sadece demektedir ki eğer dünyanın durumu buysa, o zaman kuramsal terimler kuramı tatmin ediyorlar şeklinde anlaşılmalıdır.

Carnap bu sınıflandırma programı ve özellikle önerilmiş analitiklik postülaları üzerine kurulu analitik doğru hakkında dogmatik davranmayı istememektedir. Bunu, kuramsal dil için analitikliği tanımlama problemine bir çözüm olarak önermektedir. Ve böylece yeni bir yaklaşım ile, Hempel ve Quine'in aksine bir çözüm olduğuna ve eğer ileride zorluklar belirirse, onların üstesinden gelineceğine olan inancını korumaktadır.